Category Archives: Hasta Bilgilendirme

Alerji Laboratuvarı

Alerji Laboratuvarında Uygulanan Testler

Tip IV alerjiye yönelik deri testleri

Yama testi (Patch test): Alerjik kontakt ekzemanın tanı testidir. Şüphelenilen alerjen maddeler, özel odacıklı test flasterleri ile kapalı yama testi yöntemiyle hastaların sırt derisine yapıştırılmakta, 48., 72., 96. saatlerde ve 7. gün Uluslararası Kontakt Dermatit Araştırma Grubu’nun kriterlerine göre değerlendirilmektedir. Dolayısıyla, bir hastanın testi 1 hafta sürmektedir. Laboratuvarımızda yaklaşık 400 farklı kontakt alerjen, çeşitli meslek alerjenleri gibi standart test alerjenlerinin yanı sıra, hastaların kendi maddeleri de (kozmetik, kumaş, ayakkabı, ilaç, mesleksel maddeler v.b.) standart olmayan maddelerle test ilkelerine göre her hasta için özel hazırlanarak test edilebilmektedir.

Fotoyama testi (Photopatch test): Alerjik fotokontakt ekzemanın tanı testidir. Test maddeleri ışınlanacak alan ve kontrol alanı olmak üzere iki ayrı bölgeye yapıştırılmakta, 24 saat sonra test bölgesi UVA veya UVB ile ışınlanarak, yama testi ilkelerine göre 1 hafta boyunca değerlendirilmektedir.

Atopi yama testi (Atopy patch test): Aerogen ve gıda alerjenleri ile şiddetlendiği düşünülen atopik dermatit olgularına uygulanan özel bir yama testidir.

Tip I alerjiye yönelik deri testleri

Delme testi (Prick Test): Atopik dermatit, atopik deri, alerjik ürtiker (kontakt ürtiker vb.) düşünülen dermatoloji hastalarında uygulanan IgE’ye bağlı erken tipte aşırı duyarlık reaksiyonlarının tanı testidir. Şüphelenilen aerogen ve gıda alerjenleri ile ön kol derisine özel lansetler yardımıyla delme testi yapılmaktadır. Sonuçlar 20 dakika sonra, oluşan urtika reaksiyonunun çapına göre değerlendirilmektedir. Laboratuvarımızda standart Avrupa delme testi alerjenleri, gıda alerjenleri ve gerekirse hastanın kendi maddeleri ile delme testi yapılmaktadır.

Delme testine alternatif testler: Standart olmayan maddelerle Tip I alerjik reaksiyon şüphesinde açık (open) test/ovma (rub) testi/kapalı (chamber) test/çizme (scratch) testi/kapalı çizme (scratch-chamber) testi/iki delmeli (prick-prick) test gibi alternatif test yöntemleri uygulanmaktadır.

Fiziksel ürtiker testleri

Soğuk, sıcak, ultraviyole, basınç ve egzersiz testlerini içermektedir.

Eliminasyon/Provokasyon testleri

Özellikle tip IV immünolojik mekanizmayla ortaya çıkan çeşitli ilaç alerjilerinde (başta fiks ilaç erupsiyonu olmak üzere) ve sistemik kontakt dermatitlerde uygulanmaktadır.

Görevliler

Tülay ÖZTÜRK10723344_1476891375931700_105905570_n

1978 yılında İstanbul’da doğdu. 1997 yılında İstanbul Üniversitesi Sağlık Meslek Yüksek Okulundan mezun oldu. 1998 yılından itibaren Anabilim Dalımızda Sağlık Teknikeri olarak çalışmaktadır.

Derinin Korunması – Deri Hastalıklarından Korunma

Deri bedenimizi dış etkenlere karşı koruyan, bunun yanı sıra vücudun sıvı dengesini ve ısısının sabit kalmasını sağlayan, bu arada da çeşitli maddeler salgılayan, her şeyden önemlisi çevremizle ilişkimizi kuran, algılayan, uyaran en büyük organımızdır. Çok sayıdaki görev ve işlevlerinin dışında yumuşak, temiz ve pürüzsüz görünümü kişiye özgünlüğünü ve belki de troplum içinde ilk bakıştaki değerlendirilmesine yönelik katkıda bulunan bu anlamda da estetik ve toplumsal önemi olan bir organdır. Onun bu özelliği yalnız başkaları için değil, kişinin kendisiyle barışık olması ve özgüveni için de gereklidir.

Ama en dıştaki organ olarak içinde bulunduğumuz ortam ve çevrede de her şeyden, özellikle de dışardan gelecek olumsuzluklardan etkilenmeye açık bir organdır. Derinin bu özelliği hem yapısından hem de kendi kendini yenileme gücünden gelir. Bununla birlikte bu güç sınırsız değildir. Hemen her konuda olduğu gibi onun bu durumunu da kişinin kendi kendine yaptıkları ve yapmadıkları belirleyecektir.

Bu bağlamda derinin korunması çok önemlidir. Bir hekim ve dermatolog bedenin diğer unsurları gibi derinin de korunması konusunda hizmet verdiği insanları aydınlatmalıdır. İnsanlar da bu öğrendiklerini uygulayarak bedenlerini doğaya, çevreye ve özellikle de zamanın alıp götürdüklerine karşı korumak zorundadır. Kişi derisini koruduğunda aslında onun hastalanmasını da önlemiş olacaktır.

Derinin Temizliği

Korunmanın ilk koşulu temizliktir. Deri sağlığı ve bakımı düzenli bir temizlik ile başlar. Temizlik yalnız deriyi kirleten dışsal kirleticilerden derinin arındırılması anlamına gelmez. Deri 24-26 günde bir en iç tabakasından dışa doğru yenilenir ve bu süre içinde en üste çıkmış olan en eski tabaka çeşitli yollarla atılır. Temizlik artık canlılığını yitirmiş bu ölü hücrelerin atılması için gereklidir. Bu temizlik işlemi aynı zamanda derinin havalanması ve dışardan alacağı maddelerin deriye geçmesini de sağlayacaktır.

Temizlik suyla fiziksel olarak yapılır. Çeşitli temizleyiciler ve bu arada da sabunlar, deterjanlar ve benzeri maddeler bu temizlenme işlemini kolaylaştırmanın yanında bazı kirletici maddeleri çözerek bir anlamda kimyasal bir temizlenmeyi de sağlarlar. Derinin özellikle yüz derisinin günlük temizliğinde yaygın olarak kullanılan ürünler sabunlardır. Bunun dışında lipid içermeyen temizleyiciler, temizleme kremleri, astrinjenler ve tonikler, eksfolyantlar, abraziv scrublar ve temizleme maskeleri de kullanılmaktadır.

Her şeyde olduğu gibi temizlik işleminde de aşırıya kaçılmaması en önemli noktadır. Çünkü deri temizlenirken, derinin üzerinde ve içinde bulunan ve bedenimizi dış etkenlere karşı koruyan çeşitli unsurları da vücuttan uzaklaştırmış oluruz. Bu noktada cildin özelliklerine uygun, onları bozmayacak ve olumsuz etkilemeyecek temizleyicilerin kullanılmasında yarar vardır.

Suyla yıkama işlemi aynı zamanda cilde havayla temas ederken “kuruma” yoluyla yitirdiği suyun verilmesini de sağlayacaktır. Başka bir deyişle cildin nemlenmesine katkıda bulunmuş olacaktır. Ancak suyun kendisinin deri üzerinden buharlaşırken derinin kurumasına yol açtığı da unutulmamalıdır. Dolayısıyla suyla aşırı temas cildin yapısını bozacak bir başka unsurdur.

Derinin Nemlenmesi

Derinin en üst tabakasının yaklaşık %10-13’ünü su oluşturur. Bu tabakadaki su içeriğinin azalması deride kuruluk, çatlama ve kaşıntıya yol açar. Deriden su kaybı süreklidir. En basit yolla yani deriden buharlaşma ile kaybedilen su derinin daha alt tabakalarının sağladığı suyla desteklenir. Ancak sık banyo, güneş ışığına bağlı etkiler, kuru hava akımlarına maruz kalma, derinin yaşlanması sonucu sıvı kaybı artmakta ve deride kuru, pürüzlü ve kepekli bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Genellikle sık banyo veya fazla miktarda sabun, deterjan kullanımının katkıda bulunduğu deri kuruluğu, asıl olarak içinde tuttuğu suyu yavaş yavaş veren “nemlendirici” denilen bazı maddelerle veya derinin nemlendirilmesinden sonra, suyun uçmasını önleyen bir başka maddenin cilde uygulanmasıyla sağlanır. Nemlendiricilerin asıl işlevleri derinin en üst tabakasının yeniden nemlenmesini (rehidratasyon) sağlamaktır. Derinin neminin korunması veya nemlendirilmesinin sağlanmasında çeşitli yöntemler vardır.

İlki deriden sıvı kaybının ve nemini yitirmenin önlenmesidir. Bir anlamda koruyucu bir engel oluşturan bu maddeler derinin üzerini adeta bir film gibi kaplarlar ve derinin nemini yitirmesini önlerler. Bu amaçla çeşitli maddeler kullanılabilir. Çeşitli yağlar ve mumlar en sık kullanılanlardır. Bunlar arasında vazelin, mineral yağlar, parafin ve skualen-, bitkisel ve hayvansal yağlar, yağ asitleri -lanolin asit, stearik asit-, yağ alkolleri -lanolin alkol, setil alkol-, polihidrik alkoller -propilen glikol-, mum esterleri -lanolin, balmumu, stearil stearat-, bitkisel mumlar, fosfolipidler -lesitin-, steroller -kolesterol- sayılabilir) en sık kullanılan yöntemdir.

İkinci yöntem bulunulan ortamdaki nemin deriye çekilmesidir. Nem çekici bu maddelerin özelliği atmosferde nem oranı yüksek olunca havadan, düşük olunca da derinin derin tabakalarından su çekerek, derinin üst tabakalarının nemlendirilmesini sağlamaktır. Üre, laktik asit, gliserin, propilen glikol, sorbitol, glikozaminoglikanlar, kollajen ve elastin gibi maddeler bunlar arasında yer alır.
Güneş hem ısı hem de ışın etkisiyle derinin nemini azaltıcı etki yapar. Dolayısıyla güneşten koruyucular hem derinin hasarını önleyerek, hem de su kaybını engelleyerek işe yarayan maddelerdir. Günümüzde kullanılan çoğu nemlendirici ve bakım ürünlerinin içinde ek olarak güneşten koruyucu özelliklere sahip maddeler bulunmaktadır.

“Temizlik ve Nemlenme”nin sağlanması yanında korunma için üçüncü temel unsur derinin yapısal olarak bozulmasına ve olumsuz etkilenmesine yol açan, başta fiziksel etkenler olmak üzere diğer etkenlere karşı cildin korunması gerekir. Bunu da bu fiziksel etkenlerle maruziyeti sınırlayacak önlemlerle aşmak mümkündür.

Bu bağlamda örtünmek yeterli olacaktır. Ancak bu örtünmede de öncekilerde olduğu gibi aşırıya kaçmamak gereklidir. Çünkü derinin dış dünyayla tüm alışverişini kesecek bir örtünme bu kez hem deriye hem de bedene zararlı olacaktır. En basit örneği yinelersek bedenin iskeletini oluşturan kemik dokunun varlığını sürdürebilmesi bedenin güneşle temasına bağlıdır. Ama aynı güneş içindeki zararlı bir atkım ışınlarla başta deri olmak üzere yine aynı bedende olumsuz sonuçlara yol açabilecek etkilerde bulunabilir.

Derinin Bakımı ve Tamiri

Korunmanın bir diğer önemli unsuru da bazı hastalıkların ortaya çıkmasına zemin hazırlayan veya olanak yaratan durumlara karşı korunmak için bazı önlemleri almaktır.

Bunlar her hastalık için ayrı ayrı bazı önemli noktalardır ve bu konuları öğrenirken mutlaka o hastalıklardan nasıl korunacağı ve onları da göz önüne alarak deri bakımının nasıl yapılacağı sorulup, araştırılıp, öğrenilmelidir.

Son olarak değişik amaçlarla deriye uygulanan araç, gereç ve malzemeyle ilaçların deride ortaya çıkaracağı olumsuzluklar da öğrenilmeli ve bunlara karşı gereken önlemlerin alınması da unutulmamalıdır.

Derinin durumuna göre yağını koruyan ya da katkıda bulunan, basit hasarların ve kayıpların hızlı tamirini sağlayan, çeşitli bakım ürünleri de derinin korunmasına katkıda bulunurlar.

Tüm bunlar doğumdan ölüme kadar yaşamın her anında uygulanması gereken önlemlerdir.

Deri Bilgisi

derinin-yapisiDerimiz vücudumuzu örten en büyük organımızdır.

Bir anlamda bedeni ve organizmayı çevreden ayıran dış duvardır. Bu niteliğiyle; mekanik, kimyasal ve biyolojik dış etkilere karşı bedeni koruyucu fonksiyonu vardır. Yaklaşık 2 m2 alanı kapsar. Bedenle ilgili çok önemli bazı işlevleri yerine getirir: Her şeyden önce sağlığın aynasıdır, vücut su dengesini ve ısısını düzenler, vücudun kurumasını engeller, ter bezleri vasıtası ile zararlı maddeleri atar, solunum yapar. Bir duyu organıdır: derimizle dokunur ve hissederiz. Ayrıca duygularımızı ifade etmede de yardımcımızdır. İnsanlar kızardıklarında veya sarardıklarında aslında duyguları görünür hale gelmektedir. Cilt aynı zamanda bağışıklık süreçleriyle de ilgilidir ve metabolik fonksiyonlara (D2 vitamini ve kolesterol sentezi) sahiptir.

Derinin yerine getirdiği işlevler karmaşık bir yapıyı gerekli kılmıştır. Bu nedenle deri, her biri farklı bir doku yapısına sahip üç ayrı katmandan oluşur. Yüzeyden derine doğru bu tabakalar şunlardır:

  • Üst Deri (Epidermis)
  • Alt Deri (Dermis)
  • Deri Altı (Subkutis)

Üst Deri (Epidermis)

ust-deri-epidermisEpidermis derinin en dıştaki tabakasıdır. Asıl olarak “Keratinosit” adı verilen hücrelerden oluşur. Kalınlığı vücudun bölümüne, yaşa ve cinsiyete bağlı olarak değişir. Epidermis de kendi içinde dört farklı tabakaya ayrılabilir. En alttaki tabaka “stratum basale epidermidis” adını alır ve tek sıra hücrelerden oluşur. Bu Üst deri hücrelerinin oluştuğu ilk tabakadır. İkinci tabaka “stratum spinosum epidermidis” veya “stratum granulosum epidermidis” adını alır. Bu alttaki tabakada oluşan hücrelerin evrimleşmesi ve üstüste birikmesiyle oluşmuştur. En üstte de neredeyse tümüyle ölmüş hücrelerden “stratum corneum epidermidis” tabakası vardır.

En alt tabakada oluşan Keratinositler yaklaşık 21-25 günlük bir süreç içinde yapılarını değiştirerek üst tabakalara doğru yol alırlar. Bir keratinositin bütün tabakaları kat ederek cansız bir keratin tabakası haline gelmesine kadar geçen süre “derinin çevrimi (turnover)” olarak adlandırılır.

Epidermiste mevcut diğer hücreler arasında adına “melanosit” denilen deriye rengini veren yani pigment üreten hücrelerle birlikte, derinin korunmasında rol oynayan Meckel hücreleri, Langerhans hücreleri, lenfositler bulunur.

Derinin bir alttaki tabakası olan “Dermis”ten farklı olarak bu tabakada damarlar bulunmaz. Beslenme, altta bulunan dermisten doğrudan geçiş (difüzyon) yoluyla olur.

Alt Deri (Dermis)

alt-deri-dermisAsıl deriyi oluşturan “alt deri (Dermis)” deriye elastikliğini veren lifli ve damarlarla sinirleri içeren bir dokudur. Bunun da aslında iki tabakası vardır: “stratum papillare” ve “stratum reticulare”.

İnce yüzey tabakası olan stratum papillare ince elastik lifler içerir ve adeta bir parmak gibi çıkıntılar oluşturarak daha üstteki tabakanın deriye sağlam bir şekilde tutunmasını sağlar. Bu parmaksı çıkıntıların içinde yoğun bir kılcal damar ağı mevcuttur ve epidermise kan gitmesini sağlarlar. Stratum papillare aynı zamanda çeşitli savunma hücreleri de içerir (histositler, fibroblastlar, mast hücreleri ve bağışıklık hücreleri). Ayrıca hissetmemizi sağlayan serbest sinir uçları ile dokunma ve basınç algılayıcıları gibi yapılar da bu tabakada bulunmaktadır.

Daha alttaki “Stratum reticulare” ise asıl olarak vücut yüzeyine paralel uzanan kalın kollajen lif demetleri ve elastik liflerden ibaret bir ağ yapısı oluşturmaktadır. Çeşitli tipte salgılar üreten ter ve yağ bezleriyle bunların salgılanmasında rol oynayan kas hücreleri ile birlikte kıl ve tüylerle ilgili yapılar da bu tabaka içinde yer alır. Ayrıca tüm bu yapıları birleştiren ve desteğini sağlayan bağ doku hücreleri de bu tabaka da yer alır.

Daha alttaki deri altı dokusuna bitişik olan asıl deri bölümü ana işlevi vücut sıcaklığı ile kan basıncını düzenlemek olan küçük ve orta boy damarların oluşturduğu bir ağ yapısına da sahiptir.

Deri Altı (Subcutis)

“Subcutis” denilen deri altı tabakası dermisin altında bulunur. Aslında bu iki tabaka arasında net bir sınır bulunmaz ve her iki bölümün kalınlıkları ve geçiş özellikleri cinsiyete, yaşa, beslenme durumu ve yaşam koşullarıyla, vücudun hangi bölgesinde olduğuna göre değişir. Deri altı doku yapı olarak yağ ve bağ dokusundan oluşur. Temel işlevi taşımak ve bağlamaktır. Enerji deposu ve mekanik tampon görevi de yapar ve vücudu sıcaklık dalgalanmalarından korur. Bu tabaka bir altta yer alan kas tabakanın etrafındaki kılıfa (fasya) kadar uzanır.

Deri altı doku içinde de kan damarları, sinirler ve lenf damarlarının geçtiği bağ doku perdelerinin birbirine bağladığı yağ dokusu topakçıkları (lobülleri) bulunur.

Yaşlanma ve ihtiyarlama ile birlikte derinin gelişimi tersine döner. Epidermis ve dermis incelir, melanosit yoğunluğu azalır. Dermisteki damar ağı ve adneksler zayıflar ve elastin fibrilleri kalınlaşır, ileri yaşlarda kıl folikülleri, yağ bezleri, apokrin ve ekrin bezler atrofiye uğrar. Zamanla deri kendisini koruyucu, duysal ve iletişimsel özelliklerini kaybeder. İlerleyen yaşla birlikte, deri, yeterli yağ ve su depolayamaz doğal elastikiyetini kaybeder ve incelir.

Hasta Hakları

1 Ağustos 1998 tarihinde Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan Hasta Hakları Yönetmeliği kliniğimizde de yürürlüktedir.

Bu yönetmeliğe ve konuyla ilgili ayrıntılı bilgiye aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

Bu bölümümüzde söz konusu yönetmelikte yer alan hasta haklarına kısaca yer veriyoruz.

Bir Sağlık Kuruluşuna, sağlık hizmeti almak için başvuran herkesin;

1. Hizmetten genel olarak faydalanma: Adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde sağlıklı yaşamanın teşvik edilmesine yönelik faaliyetler ve koruyucu sağlık hizmetlerinden faydalanmaya,

2. Eşitlik içinde hizmete ulaşma: Irk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınmadan hizmet almaya,

3. Bilgilendirme: Her türlü hizmet ve imkanın neler olduğunu öğrenmeye,

4. Kuruluşu seçme ve değiştirme: Sağlık kuruluşunu seçme ve değiştirmeye ve seçtiği sağlık kuruluşunda verilen sağlık hizmetlerinden faydalanmaya,

5. Personeli tanıma, seçme ve değiştirme: Sağlık hizmeti verecek ve vermekte olan tabiplerin ve diğer personelin kimliklerini, görev ve unvanlarını öğrenmeye, seçme ve değiştirmeye,

6. Bilgi İsteme: Sağlık durumu ile ilgili her türlü bilgiyi sözlü veya yazılı olarak istemeye,

7. Mahremiyet: Gizliliğe uygun olan bir ortamda her türlü sağlık hizmetini almaya,

8. Rıza ve İzin: Tıbbi müdahalelerde rızanın alınmasına ve rıza çerçevesinde hizmetten faydalanmaya,

9. Reddetme ve durdurma: Tedaviyi reddetmeye ve durdurulmasını istemeye,

10. Güvenlik: Sağlık hizmetini güvenli bir ortamda almaya,

11. Dini vecibelerini yerine getirebilme: Kuruluşun imkanları ölçüsünde ve idarece alınan tedbirler çerçevesinde, dini vecibelerini yerine getirmeye,

12. Saygınlık görme: Saygı, itina ve ihtimam gösterilerek, güler yüzlü, nazik, şefkatli sağlık hizmeti almaya,

13. Rahatlık: Her türlü hijyenik şartlar sağlanmış, gürültülü ve rahatsız edici bütün etkenler giderilmiş bir ortamda sağlık hizmeti almaya,

14. Ziyaret: Kurum ve kuruluşlarca belirlenen usul ve esaslara uygun olarak ziyaretçi kabul etmeye,

15. Refakatçi bulundurma: Mevzuatın, sağlık kurum ve kuruluşlarının imkanları ölçüsünde ve tabibin uygun görmesi durumunda refakatçi bulundurmayı istemeye,

16. Müracaat, şikayet ve dava hakkı: Haklarının ihlali halinde, mevzuat çerçevesinde her türle başvuru, şikayet ve dava hakkını kullanmaya,

17. Sürekli hizmet: Gerektiği sürece sağlık hizmetlerinden yararlanmaya,

HAKKI VARDIR.

Behçet Hastalığı Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

1. Behçet Hastalığı nedir?

Ağız içi ve genital bölgede yaralar, çeşitli deri döküntüleri ile birlikte vücuttaki tüm organlarda belirti gösteren, sistemik, kronik, hayat boyu devam eden bir hastalıktır.

2. Hastalığın ismi nereden geliyor?

Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet bu hastalığı tanımlayıp tüm dünyaya tanıtan kişidir. O nedenle onun adına ithafen “Behçet Hastalığı” olarak kabul görmüş ve tüm dünyada bu isimle anılmaktadır.

3. Ülkemizde sıklığı ne kadardır?

Ülkemizde yapılan araştırmalarla 20-420/100.000 olduğu bulunmuştur. Dünyada en çok Türkiye’de görülmektedir.

4. Dünyada yaygın mıdır?

Ülkemizden daha az olmak üzere batıdan doğuya doğru artmaktadır. Dünya’da “İpek Yolu” olarak bilinen ülkelerde sıklığı fazladır.

5. Ülkemizde en sık hangi bölgelerde görülmektedir?

Ülkemizde en sık Karadeniz Bölgesi ikinci sıklıkta İç Anadolu Bölgesinde görülmektedir.

Özellikle Giresun, Ordu, Tokat, Sivas ve Amasya’yı içine alan bölge en çok Behçet Hastalığı tanısı koyduğumuz yerleşim alanlarıdır. Kısaca bu bölgeyi ben, Behçet Hastalığı açısından “Şeytan beşgeni” olarak isimlendiriyorum. (Prof. Dr. Afet AKDAĞ KÖSE)

6. Behçet Hastalığının cinsiyete göre tutulumu farklı mıdır? Hangi cinsiyet daha risklidir?

Bizim Ülkemizde çok az oranda kadınlarda, fazla olsa da E/K oranı eşittir.

Behçet Hastalığı açışından erkek cinsiyeti daha risklidir Özellikle göz ve damar tutulumu erkelerde 5 kat daha fazla görülmektedir.

7. Behçet Hastalarının tamamında göz tutulumu olur mu?

Hayır. Hastaların yaklaşık 1/3’de göz tutulumu olur.

8. Behçet Hastalığında göz tutulumunun olup olmadığı nasıl anlaşılır?

Gözde kızarıklık, ağrı, yanma, görme bulanıklığı, sinek uçuşması gibi belirtilerle ortaya çıkabilir. Bazen de hiç belirti vermeden veya hastanın önemsemeyeceği belirtilerle geçirilebilir. Şikayeti olanlar hemen doktora müracaat etmelidirler.

9. Göz tutulumundan korunmak için ne kadar sıklıkla muayene olmalı?

Behçet Hastalığı tanısı konarken, şikayeti olsun/olmasın her hasta mutlaka, Behçet Hastalığı göz tutulumu konusunda deneyimi olan bir doktor tarafından muayene edilmelidir.

Muayenede göz tutulumuna ait bir bulgu yok ise yılda bir kez muayene yeterlidir. Eğer göz tutulumu varsa, doktorun uygun gördüğü aralıkla kontrole gidilmelidir.

10. Behçet Hastalığı bulaşıcı mıdır?

Hayır, Behçet hastalığı bulaşıcı değildir.

11. Behçet hastalığının ailesel geçişle ilgisi var mıdır?

Behçet hastalığının genetik olduğuna dair bulgular olsa da net olarak ortaya konulmuş bilgi yoktur.İki kardeşten biri Behçet hastası iken diğeri gayet sağlıklı olabilir.

12. Behçet Hastalığının yaş ile ilgisi var mıdır?

Genelde 20-35 yaş arasında ortaya çıkmakta ise de her yaşta görülebilir. Çocuklar ve 42 yaş üstünde nadirdir. Takip ettiğimiz hastaların içinde, hem çocuk hem de ileri yaş tutulumlu hastaları vardır.

13. Behçet Hastalığı devamlı olan bir hastalık mıdır?

Evet, Behçet hastalığı kronik bir hastalıktır. Tekrarlayıcıdır, tekrarlama sıklığı hastadan hastaya değişir. Zamanla hastalık yatışır ve belirtiler yok denecek kadar azalır. Henüz sebebi tam ortaya konulmadığından, remisyondaki (belirtilerin kaybolması durumu) hastalara hastalığının tamamen geçmediği veya tamamen iyileştiği söylenemez.

14. Hastalık belirtilerinin hepsi aynı hastada görülebilir mi?

Çoğunlukla ağız ve cinsel bölgede yara belirtileri birlikte görülebilir. Hasta tedavisiz ve takipsiz ise belirtilere diğer organ tutulumları da eklenebilir. Tüm sayılan sistem belirtilerinin aynı hastada görülmesi çok nadirdir.

15. Beslenmeye dikkat edilmeli midir?

Behçet hastalarında özel bir beslenme/diyet yapmaya gerek yoktur. Dengeli beslenmek yeterlidir.

16. Behçet hastalığını artıran gıdalar var mıdır?

Özellikle kabuklu gıdaların (çerezler; fındık, fıstık, ayçiçeği, ceviz… vb.) yenmesi, ağız içinde tahriş ve çiziklere neden olacağından aftların oluşmasını başlatıp veya artabilir. Bu tür gıdaların yenmesi ağız içindeki yaraların iyileşme süresini de uzatabilir.

17. Yiyilmemesi gereken sebze ve meyveler var mı?

Domates, limon, patlıcan gibi asitli meyve ve sebzeler ağız içinde tahrişe neden olacağından aftları artırabilir. Kendilerinde, bu gıdalara karşı duyarlılık belirlemiş hastalar, bu gıdaları tek olarak değil de diğer gıdalarla birlikte almaya gayret etmelidirler.

18. Behçet hastalarında ağız sağlığı önemli midir?

Özellikle ağız hijyenine dikkat etmek, diş/dişeti hastalıklarını öncelikle tedavi ettirmek gerekir. Bu tür sorunların hem ağız yaralarını artırdığı hem hastalığı aktivite ettiği araştırmalarla ortaya konmuştur.

19. Ağız ve cinsel organdaki yaralar bulaşıcı mıdır?

Hayır, bulaşıcı değildir.

20. Yaraların çıkmaması için neler yapılmalıdır?

Düzenli aralıklarla doktor kontrolü çok önemlidir. Özellikle Behçet hastalarını takip eden merkezlerin tercih edilmesi, verilen ilaçların düzenli olarak kullanılması halinde yara çıkışı azalacak veya hiç çıkmayacaktır.

21. Behçet hastalığı kötüleşir mi? Kansere çevirme ihtimali var mı?

Hayır, kötüleşmez. Tuttuğu organın işlevine göre hastalığın aktif olduğu dönemlerde yaşam kalitesi düşebilir. Uygun tedavi ile organın fonksiyonları normale döner. Behçet hastalığının kansere dönüşme riski kesinlikle yoktur.

22. Behçet hastalığının tam olarak iyileşme ihtimali var mı?

Hastalık tam olarak ortadan kalkmamakla birlikte tedavi ile uzun dönemler şikayetsiz geçirilebilir.

23. Ömür boyu ilaç kullanmak gerekli midir?

Bu, hastanın düzenli kontrolü ve düzenli tedavisi ile yakından ilgilidir. Hastalığın seyrine göre doktor kontrolünde ilaçlar azaltılabilir veya ilaçsız takip edilecek dönemler olabilir.

24. İlaç kullanırken hamile kalınabilir mi?

Bu kullanılan ilaca bağlı olmakla beraber, ilaç kullanırken hastaların, hamilelikten korunmaları önerilir.

Eğer ilaç kullanırken hamilelik oluşmuş ise mutlaka doktoruna başvurmalı ve doktorunun önerisi doğrultusunda hareket etmelidir. Örneğin Colchicum kullanmanın gebelik için risk oluşturmadığı belirtilmektedir. Biz kliniğimizde takip ettiğimiz hastalara, zorunlu olmadıkça gebelikte ilaç kullandırmıyoruz.

25. Bebek isteniyorsa ne yapmalı?

Eğer bebek isteniyorsa doktoru ile görüşüp hastalığın seyrine göre ilaçların kesilip kesilmeyeceği kararlaştırılır ve sonuca göre bebek düşünülebilir.

26. Gebeliğin Hastalık seyri üzerinde etkisi var mıdır?

Behçet hastalarının gebe kalıp doğum yapmasında, bilinen bir sakınca yoktur. Ancak deri belirtileri dışında diğer organ tutulumu var ve bunların tedavisi devam ediyorsa, gebeliğin daha sonraki yıllara ertelenmesi önem arz eder. Ülkemizde, Behçet hastalığının gebelikteki seyrinde 1/3 hastada hiç değişiklik olmamasına karşılık 2/3 hastada, hastalık belirtilerinde gerileme ve kaybolma olduğu araştırmalarla ortaya konmuştur.

27. Askerlik yapmanın sakıncası var mı?

Hayır yoktur. Fakat organ tutulumunun çeşidine ve tutulumun şiddetine göre askerlik yapılmaması hususunda doktor tavsiyesi olabilir. Hastayı takip eden doktor bu yöndeki görüşü bir yazı ile askerlik şubesine bildirmelidir.

28. Alkol ve sigara kullanılır mı?

Genel sağlık açısından özellikle sigara ve tütünün damarlar üzerindeki olumsuz etkileri bilindiğinden bu nedenle hastaların bu alışkanlıklarını terk etmeleri hastalık seyri açısından çok önemlidir. Ayrıca sigaranın, Behçet hastalarında sistem tutulumunu artırdığı, takip ettiğimiz hastalardaki klinik deneyimlerimize sabittir.

29. Sıcak-soğuk hava hastalığın seyrini etkiler mi?

Şu anda bu yönde bilinen bilimsel bir gerçek yoktur.

30. Seyahat etmenin sakıncası var mı?

Eğer seyahat, aşırı yorgunluğa neden ise hastalığı aktive edebilir.

31. Egzersiz yapılabilir mi?

Ağır bedeni yorgunluğa neden olanlar (futbol, boks, ağırlık kaldırma vb.) hariç yüzme, yürüyüş gibi sporlar yapılabilir. Yine de böyle bir aktiviteden kendilerini takip eden hekimlerinin görüşünün alınması uygun olur.

32. Behçet Hastaları başka bir hastalık nediyle doktora gittiklerinde nasıl davranmalıdırlar?

Müracaat edilen hekime, mevcut hastalıkları ve kullandıkları ilaçlar hakkında bilgi vermelidirler.

33. Başka bir hastalık için ilaç kullanmaları gerekirse Behçet ilaçlar kesilmeli midir?

Behçet hastalığı için kullandıkları ilaçlar kesilmeden, diğer tedavileri devam etmelidir ve müracaat edilen hekim bu konuda azami hassasiyet göstermelidir.

34. Behçet hastası olduğunu söyleyen bir hasta geldiğinde, hekimler nelere dikkat etmelidirler?

Behçet hastalığı tüm organ ve dokuları tutabileceğinden, öncelikle mevcut şikâyetin Behçet hastalığı ile ilgili olup olmadığının ayrılması gerekir. Bu konuda diğer hekimler özen göstermelidirler.

35. Kadın hastalardaki adet dönemi (ay hali) ile Behçet hastalığının ilgisi var mıdır?

Bazı kadın hastalar bu dönemde, hastalıkla ilgili şikâyetlerinin artığını ifade etseler de bilimsel olarak ortaya konmuş bir ilişki yoktur.

36. Sakin giden Behçet Hastalığının aktivasyona girmemesi için nelere dikkat edilmelidir?

Mümkün olduğunca yorgunluk ve stresten kaçınmalı, özellikle üst solunumu yolu enfeksiyonları ve uçuktan kendilerini korumalıdırlar.

37. Behçet Hastalığına iyi gelen “Bitkisel ilaçlar”, “Bağışıklık sistemini kuvvetlendiren ilaçlar” var mı? Bu tür ilaçlar kullanılabilir mi?

Hastalığın takibini yapan doktora danışmadan bitki kökenli (!) bile olsa hiçbir ilaç kullanılmamalıdır.

Behçet Hastaları İçin Son Söz

Behçet hastalığının tanısı konduktan sonraki en önemli aşaması; hastalığın belli bir merkez tarafından takibinin yapılmasıdır. Behçet hastaları, hiçbir şikâyetleri olmasa bile takip eden hekimlerin uygun buldukları aralıklarda kontrollerine gitmelidirler. Ve asla doktorlarının önerisi dışında, ilaçlarını kesmemeli ve ilaç dozlarını değiştirmemeli, dışarıdan tavsiye edilen ilaçları kullanmamalıdırlar.

Behçet Hastalığı ile İlgili Bağlantılar

Yerli (Türkçe) Linkler

Yabancı Linkler

Behçet Hastalığı

Behçet Hastalığı dünya tıp literatüründe 1937’de Türk dermatolog ve aynı zamanda kliniğimizin kurucusu olan Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet tarafından tanımlanan ve onun ismi ile anılan ilk ve tek hastalık

Tanımlandığı dönemde klasik triadı, oral aft, genital ülser ve iridosiklit iken bugün tüm organ ve doku sistemlerini tutan otoimmun/otoinflamatuar bir hastalık

hulusi-behcet-posta-pulu hulusi-behcet hulusi-behcet-hatira-parasi

Behçet Hastalığı, İstanbul Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıkları Anabilim dalının kurucusu olan Hocamız Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet tarafından 1939 yılında tanımlanmış ve Dünya’ya duyurulmuş, bir Türk hekiminin, Hocamızın ismi ile anılan bir hastalıktır. Behçet Hastalığı, ağız içi ve cinsel bölgede yaralar, deri belirtileri, göz tutulumu, orta ve büyük eklemler de ağrılı şişlik, damarlar başta olmak üzere vücuttaki tüm organ ve dokuları tutabilen, nedeni henüz belli olmayan, sistemik bir hastalıktır.

Behçet Hastalığının Nedenleri

Behçet hastalığının henüz belirlenmiş bir nedeni yoktur. Ancak hastalığı tetikleyen çevresel etkenlerin (infeksiyöz ajanlar, bakteri veya virüsler) yanı sıra genetik yatkınlık üzerinde durulmaktadır. Ailesel geçiş henüz tam bilinememektedir. Nadiren ailenin diğer fertlerinde de görülebilmektedir.

Behçet Hastalığının Belirtileri

  • Ağız yaraları (Oral Aft)

Ağız yaraları, hastaların hemen hemen hepsinde vardır. Hastalığın diğer belirtileri ortaya çıkmadan yıllarca önce tek başına görülebilir. Yaralar; yanak içi, dil, dudaklar, yumuşak damak veya ağız içinin her yerinde ortaya çıkabilir. Tek veya çok sayıda olabilir. Yaraların ortası kirli beyaz/sarı, etrafı kızarık ve ağrılıdır. Genellikle 7 ile 14 gün içinde iyileşir. Tekrarlayıcı özelliği vardır ve tekrarlama sıklığı ise hastadan hastaya, hastanın tedavi almasına bağlı olarak değişir.

  • Cinsel Bölge Yaraları (Genital Ülser)

Hem kadın hem erkek genital organlarında, aynı ağızdaki yaralara benzeyen ülser şeklinde ortaya çıkar. Behçet hastalarında ağız yaralarından sonra en sık görülen ve hastayı doktora götüren belirtidir.

Genellikle iyileştikten sonra yara yerinde iz kalır.

  • Çeşitli Deri Belirtileri

Behçet hastalığında deriye ait belirtiler, hastalığın başlangıcında veya seyri sırasında sık görülür.

Genelde bacakların ön yüzünde kırmızı, üzerine basmakla ağrılı, düğme veya nohut gibi sertlikler (eritema noduzum benzeri lezyonlar) görülür. Bunlar nadiren de gövde kollar, yüz bölgesinde düzensiz ve dağınık olarak yerleşirler. Genişlikleri 0,5-5 santimetre arasındadır. Bu döküntüler 10-15 gün içinde, uç vermeden koyu renkli çöküklük bırakan bir leke halinde iyileşirler. Behçet Hastalarında sivilcelerden sonra ikinci sıklıkta görülen belirtilerdir. Sivilce benzeri belirtiler;

(Papülopüstüller-Psödofolikülit benzeri döküntü): Mikropsuz, cerahatli, uç veren kabarcıklardır. Görünüm açısından ergenlik sivilcesinden farklı değildir. Tek başına bir anlam ifade etmez. Bu nedenle hastalığın diğer belirtileri ile birlikte değerlendirmek gerekir. Sırt, yüz, göğüs, kasıklar, kalçalar, cinsel bölge, kol ve bacaklarda ortaya çıkabilir.

Genital bölge dışı yaralar (ülserler): Vücudun genellikle koltuk altı, meme altı, meme çevresi, ayak parmak aralarında ortaya çıkan, ağız içindeki aftlara benzeyen yaralar (Extra genital ülser) görülebilir. Bunlar Behçet Hastalığının diğer deri belirtilerine göre daha az sayıda görülür.

Paterji Testi (Derinin Özgün Olmayan Reaksiyonu): Derinin aşırı duyarlılığını ortaya koyan bir testtir. Paterji testi, hastanın önkol derisine steril bir iğne batırılarak yapılır. Test yapılan deri bölgesinde ortaya çıkan reaksiyon 24 saatte belirginleşip 48 saatte maksimum seviyeye ulaşır. Önce kırmızı 1-2 milimetrelik bir kabarıklık iken steril cerahatli sivilce haline dönebilir. Paterji testinin pozitif olması Behçet hastalarında tanı kriteri olarak kabul edilir. İstanbul Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalığı Behçet Polikliniğinde takip edilen hastaların paterji pozitifliği oranı; ilk tanı sırasında %61,3 dür.

  • Göz ile İlgili Belirtiler (episklerit, konjonktivit, ön uveit, arka uveit, panuveit… vb.)

Göz tutulumunun sıklığı ve şiddeti değişkenlik gösterse de, genelde bizim hasta grubumuzda %33 oranındadır. Göz tutulması; genç erkeklerde daha sık, kadınlarda ve yaşlılarda daha seyrek ve hafiftir. Hastaların başlıca şikayeti görmenin azalması, göz çevresinde ağrı, kanlanma, gözün ışıktan rahatsız olması, puslanma, perdelenme ve siyah nokta uçuşmalarıdır.

  • Eklem Belirtileri (Artrit, artralji, fibromiyalji, sakroileit… vb.)

Behçet hastalarında sıklıkla orta ve büyük eklemler; diz, ayak bileği, el bileği ve dirsek tutulur. Ayrıca el ve ayak eklemlerinde, parmak ve kalça eklemlerinde Behçet Hastalığına bağlı belirtiler olabilir. Eklem tutulması, eklem ağrısı ve eklem şişmesi şeklinde ortaya çıkar. Eklemde hareket kısıtlılığı görülürken, kızarıklığa pek rastlanmaz. Eklem tutulumu şekil bozukluğu yapmaz ve genellikle 1-2 hafta içinde kendiliğinden iyileşir.

  • Damar Belirtileri (Yüzeyel tromboflebit, derin ven trombozu, arteriyel anevrizma… vb.)

Behçet hastalığında hem atardamarlar (arter) hem de toplardamarlar (ven) hastalanabilir. Ülkemizde toplardamar tutulması (tromboflebit) daha fazla iken atardamar tutulması çok nadirdir. Yüzeyel toplardamar tutulması bacakların iç yüzünde, ip gibi uzayan veya yuvarlak şişlik, kızarıklık, ağrı şeklinde kendini gösterir ve en sık görülen damar tutulmasıdır. İkinci sıklıkta derin ven trombozu (DVT) orta ve büyük venlerde ortaya çıkar. En çok bacaklarda görülür, şiddeti ağrı, yürüme zorluğu, bacaklarda şişlik biçiminde ortaya çıkar.

  • Sinir Sistemi Belirtileri

Sinir sistemi tutulumu çok nadir görülür. Hastalarda devamlı baş ağrısı, ara-ara ortaya çıkan çift görme, kol veya bacaklarda uyuşukluk, kuvvetsizlik, denge bozukluğu, yürüme zorluğu, konuşma bozukluğu, unutkanlık, kişilik bozukluğu, sinirlilik, hırçınlık gibi belirtiler olabilir.

  • Mide-Barsak Belirtileri

Hastalarda çok ender olarak karın ağrısı, ishal, kabızlık, iştahsızlık, bulantı, görülebilir.

  • Akciğer Belirtileri

Ülkemizdeki hastalarda oldukça nadir görülür. Sürekli öksürük, göğüs ağrısı, pembe renkli veya kanlı balgam çıkarılması şikayeti ile ortaya çıkabilir.

  • Üreme Sistemi

Üreme sistemini etkilemez. Hastalık genellikle gebelikte remisyona girer, yani aktivitesini kaybeder. Behçet Hastalığı seksüel yaşamı etkilemez Erkek hastalarda üreme kanalı ve torbalarda şişliğe yol açabilir.

  • İşitme Denge Sistemi

Nadirdir. Genellikle nörosensorial işitme kaybı tipinde ortaya çıkar.

  • Üriner Sistem

Görülme sıklığı çok nadirdir. Bel ağrısı, kanlı idrar şikayeti olabilir.

  • Dolaşım Sistemi/Kalp

Çok nadir görülür.

  • Juvenil Behçet

Hastalarımız arasında küçük (Çocukluk yaşta, 16 yaş ve altındaki hastalar) yaşta Behçet Hastalığı görülmektedir.

  • Ailesel Behçet

Behçet Hastalarımızdan 1. derece aile fertleri, ikinci ve uzak akrabalarında hastalık görülebilir.

  • İleri Yaş Behçet Hastalığı

Behçet Hastalığı 42 yaşından sonra başlayabilir veya 42 yaşından önce bazı belirtileri ortaya çıkıp 42 yaşından sonra tüm belirtileri görülerek hastalık yerleşebilir.

Behçet Hastalığının Teşhisi

Hastalık tanısı klinik belirtilerle konulur. Hastalığın tanısına özgü bir laboratuar testi yoktur. Behçet hastalığında belirtilerin tümünün aynı anda ortaya çıkması şart değildir. Bazı belirtiler hastalığın ilk yıllarında yok iken daha sonraki yıllarda ortaya çıkabilir. Behçet Hastalığı bulgularından en az ikisinin varlığı halinde, hastalığı düşündürmelidir. Behçet hastalığı tanısı konarken ağız yaralarının olması varlığı aranır. Ağız yaraları (oral aft) ile birlikte cinsel bölge yaraları, göz bulguları, deride kırmızı sertlikler, sivilceler, pozitif paterji testinin varlığı damar iltihabı gibi bulgulardan üç tanesinin bulunması hastalık teşhisi için yeterlidir.

Behçet Hastalığının Seyri

Behçet hastalığı, hastaların çoğunda selim/iyi bir seyir gösterir. Hastalığın genel karakteri; alevlenme ve düzelmelerle seyreder. Zaman içinde belirtilerinin hafiflediği veya kaybolduğu dönemler gösterir. Hastalığın erken yaşta başlaması, göz-damar ve sinir (nörolojik) tutulumun olması, yaşam kalitesini düşürür. Behçet Hastalığı tanısından sonraki ikinci önemli iş, hastanın takibidir. Organ tutulumu olup, takip edilmeyen hastalarda yaşam kalitesi düşer. Diğer sakatlık ve ölüm oranı (özellikle nörolojik ve damar tutulumunda) artabilir. Ayrıca hastalarda; sistemik veya lokal enfeksiyonların varlığı, yorgunluk/stres halleri, lokal/genel cerrahi müdahaleler, ağız mukozası/diş/diş eti hastalıkları ve ağız içi müdahaleleri, kadın hastalarda adet dönemi öncesinde ve diğer sistemik hastalıkların varlığında Behçet Hastalığı hastalık aktivasyon gösterebilir.

Behçet Hastalığının Tedavisi

Tedavi hastanın klinik belirtilerine göre lokal (haricen) ve sistemik olmak üzere iki kısımdan oluşur. Lokal tedavi; deri belirtileri, ağız içi ve cinsel bölge belirtileri, göz tutulumu ve yüzeyel tromboflebitte uygulanır. Sistemik tedavi ise tutulan organdaki belirti ve muayene bulgulara göre ağız yolu, damar veya kalçadan enjeksiyonla yapılır.